14 Mayıs 2008 Çarşamba

kaynakça:

http://www.fenokulu.net/ogrenci/deneyler.phpop=modload&name=sinirsistemikonuanlatimi.htm

Denetleyici ve Düzenleyici Sistemler :

Canlı vücudundaki hücre, organ ve sitemlerin birlikte ve düzenli çalışmasını sağlayan, yaşamsal faaliyetleri yöneten ve kontrol eden sisteme denetleyici ve düzenleyici sistem denir. Denetleyici ve düzenleyici sistem, sinir sistemi ve endokrin (iç salgı = hormonal) sistemden oluşur.Canlı vücudunda sinir ve endokrin sistemleri birlikte ve birbirlerine bağlı olarak çalışırlar. Sinir sistemi çok hızlı çalışıp organları anında etkilerken endokrin sistemi yavaş çalışır ve organları uzun sürede etkiler ve denetler. (Bunun nedeni, hormonların kanla taşınmasıdır).Hayvanlarda sinir ve endokrin sistemi birlikte bulunurken bitkilerde sadece salgı sistemi bulunur.

Endokrin (İç Salgı = Hormonal) Sistem :

Hormonlar ve hormon üreten salgı bezlerden oluşan sisteme endokrin sistemi denir. Endokrin sisteminin çalışmasını sinir sistemi sağlar. Canlı vücudunda özel salgılar (ter, süt, yağ, gözyaşı, kulak kiri, sümük, tükürük, enzim, hormon) üretebilen hücrelerin oluşturduğu hücre toplulukların salgı bezi denir. Canlı vücudunda iç salgı bezi, dış salgı bezi ve karma bez olarak üç farklı salgı bezi bulunur.Ürettiği salgılarını doğrudan kana verebilen bezlere iç salgı bezi (hormon üreten bez), bu bezlerin ürettiği salgılara da iç salgı veya hormon denir.Ürettiği salgılarını bir kanal ile vücut dışına çıkarabilen (veren) bezlere dış salgı bezi, bu bezlerin ürettiği salgılara da dış salgı denir.Ürettiği salgılarını hem kana veren hem de vücut dışına çıkarabilen (verebilen) bezlere karma bez denir. Pankreas ve eşeysel bezler (testisler ve yumurtalıklar) karma bezlerdir.

Hormonlar ve Hormon Üreten (Salgılayan) Bezler :

Ürettiği salgılarını doğrudan kana verebilen bezlere iç salgı bezi (hormon üreten bez), bu bezlerin ürettiği salgılara da iç salgı veya hormon denir. İç salgı bezlerinin ürettiği hormonlar, vücuttaki ilgili organa kan yoluyla taşınırlar.İnsanlarda; hipofiz, epifiz, tiroit, paratiroit, timüs, böbrek üstü (adrenal), pankreas ve eşeysel bezler (testisler ve yumurtalıklar) iç salgı bezleridir

Hipofiz Bezi ve Görevleri :

Beynin alt tarafında (temel kemiğinin çukur kısmında) yer alan nohut büyüklüğünde ve pembe renkli olan iki parçalı bir bezdir.
Görevleri :
1- Salgıladığı hormonlarla diğer iç salgı bezlerinin (tiroit, eşeysel bezler) çalışmasını sağlar.
2- Sinir sistemi ve iç salgı sistemi arasında bağlantıyı kurar.
3- Vücudun su dengesini kontrol eder (Böbreklerden suyun geri emilmesini sağlar).
4- Kan basıncını kontrol eder.
5- Vücudun büyümesini sağlayan büyüme hormonu üretir. Büyüme hormonunun az salgılanması durumunda cücelik, fazla salgılanması durumunda devlik (akromegali) ve çirkinlik (jigantizm) oluşur.

Epifiz Bezi ve Görevleri

Hipofiz bezinin arkasında, beyin yarım kürelerinin arasında bulunan bezdir. (Salgıladığı hormon ve görevi kesin olarak bilinmemektedir.
Görevleri :
1- Salgıladığı hormonlarla erkeklerde testislerin, dişilerde yumurtalıkların (yani eşeysel bezlerin) küçük yaşlarda (9 – 12) gelişmesini önler. 9 – 12 yaşlarından sonra kaybolur ve eşeysel bezler gelişir.

Tiroit Bezi :

Boynun ön kısmında, gırtlağın altında, soluk borusunun iki yanında yer alan iki parçalı (loblu) bezdir. (H harfine benzer ve 25 gr dır).Tiroit bezi tiroksin ve kalsitonin hormonlarını salgılar. Tiroit bezi iyot denilen madensel tuz sayesinde çalışır.
Tiroksin Hormonunun Görevleri :
1- Vücuttaki büyüme ve gelişmeye yardım eder.
2- Vücuttaki metabolizma (yapım ve yıkım olayları) hızını düzenler.
3- Doğumdan sonra az salgılanırsa kretenizm denilen cücelik ve zeka geriliği görülür.
4- Yetişkinlerde az salgılanırsa ruh ve beden uyuşukluğu görülür.
5- Fazla salgılanırsa metabolizma hızlanır, kan basıncı artar, kan dolaşımı hızlanır, aşırı terleme ve sinirlilik oluşur.
Kalsitonin Hormonunun Görevleri :
1- Kandaki (kalsiyum ve fosfor) madensel tuz miktarını ayarlar. (Kandaki kalsiyum ve fosfor gibi madensel tuzların kemiklere geçmesini sağlar).
2- Kemiklerin sertleşmesine yardımcı olur
.3- Eksikliğinde kandaki (kalsiyum ve fosfor) madensel tuzlar kemiklere geçemez ve kemik erimesi oluşur.
NOT : 1- Tiroksin hormonunun yapısında iyot denilen madensel tuz bulunur. Tiroit bezi tiroksin hormonunu üretebilmek için iyoda ihtiyaç duyar. Vücutta iyot eksikliğinde tiroit bezi (hipofiz bezinin uyarması sonucu) tiroksin hormonu üretebilmek için fazla çalışır ve büyür. Tiroit bezi büyüyünce guatr hastalığı oluşur. Bu nedenle iyotlu tuzlar kullanılmalıdır. Ayrıca kırmızılahana vücutta iyot kullanımını önler. Bu da guatr hastalığına yol açar. (Karadenizliler çok lahana kullanırlar).

Paratiroit Bezi :

Tiroit bezinin arkasında (ve iki yanında) bulunan dört parçalı bezdir (1 gr). Paratiroit bezi parathormon üretir. Bu hormon kalsitonin hormonuna zıt olarak çalışır. Yani kemiklerdeki fazla olan (kalsiyum ve fosfor gibi) madensel tuzların kana geçmesini sağlar. Kandaki kalsitonin hormonu artınca kandaki parathormon miktarı azalır. Kandaki kalsiyum kemiklere fazla geçerse kandaki kalsitonin hormonu azalır, parathormon artar ve artınca da kemiklerde fazla biriken kalsiyumun tekrar kana geçmesini sağlar.
Görevleri :
1- Kandaki (kalsiyum ve fosfor gibi) madensel tuz dengesini ayarlar. Kemiklerdeki kalsiyumun kana geçmesini sağlar.
2- Az salgı üretilirse kandaki kalsiyum kemiklerde birikip kana tekrar geçemez ve kandaki fosfor miktarı artar. Buda kaslarda ağrılı kasılma ve titreme şeklindeki tetani hastalığına yol açar.

Timüs Bezi ve Görevleri

Tiroit bezinin altında bulunan ve çocuklarda 3 yaşından sonra yavaş yavaş kaybolan bezdir.
Görevleri :
1- Çocukluk döneminde vücudu mikroplara karşı korur.

Böbrek Üstü (Adrenal) Bezleri

Böbreklerin üst kısmına yapışmış halde (sarımtırak renkli) iki tane olan bezdir. Böbreklerle doğrudan ilişkisi yoktur. Böbrek üstü bezlerinden yeterince hormon salgılanamaması durumunda deri tunç rengin alır, kan basıncı düşer ve tunç (addison) hastalığı oluşur.Böbrek üstü bezleri; adrenalin (nörodrenalin), aldesteron, kortizon hormonlarını üretir. (Böbreklerdeki öz bölgesi adrenalin, kabuk bölgesi kortizon hormonlarını üretir).
Adrenalin (Nörodrenalin) Hormonunun Görevleri :
1- Kan basıncını düzenler.
2- Kandaki şeker miktarını düzenler.
3- Korku, öfke, heyecan, açlık gibi durumlarda kandaki adrenalin miktarı artar (fazla salgılanır). Bu sonucunda kan basıncı (tansiyon), kalp atışı, kan şekeri yükselir ve göz bebekleri büyür.
4- Kandaki karbonhidrat – şeker miktarını ayarlar. Karaciğer ve kaslarda depolanan glikojeni glikoza dönüştürür.
Kalsitonin Hormonunun Görevleri :
1- Proteinlerin (fazla olanının) karbonhidratlara dönüşmesini sağlar.
2- Az salgılanırsa kan basıncı düşer, deri tunç rengini alır ve tunç = addison hastalığı oluşur.
Aldesteron Hormonunun Görevleri :
1- Vücudun su ve madensel tuz dengesini ayarlar.

Pankreas Bezi ve Görevleri :

Midenin alt kısmında bulunan, yaprak şeklinde olan hem iç hem de dış salgı üreten karma bezdir.Pankreas, sindirim olaylarında kullanılan sindirim enzimlerini (pankreas öz suyu içindeki amilaz, lipaz, tripsin enzimlerini) üreterek on iki parmak bağırsağına verir ve dış salgı bezi olarak görev yapar.Pankreas, insülin ve glukagon hormonlarını üreterek kana verir ve iç salgı bezi olarak görev yapar. (İnsülin hormonu α hücrelerinde, glukagon hormonu β hücrelerinde üretilir).
Görevleri :
1- Salgıladığı insülin ve glukagon hormonları ile kandaki şeker miktarını ayarlar
2- Salgıladığı sindirim enzimleri ile besinlerin parçalanmasını sağlar (sindirim olayına yardım eder)
İnsülin Hormonu :Kandaki glikoz (şeker) miktarının azalmasını sağlayan hormondur. İnsülin hormonu, kandaki glikozun (şekerin) hücrelere geçmesini, kandaki fazla glikozun glikojene çevrilerek karaciğer ve kaslarda depolanmasını sağlar. (Karaciğer ve kaslarda glikojen deposu dolmuşsa fazla olan glikozun yağa dönüştürülerek deri altında ve iç organların etrafında depolanmasını sağlar).İnsülin hormonu, az salgılanırsa, kandaki glikoz (şeker) yeterince hücrelere geçemez ve idrarla vücut dışına atılır. Bunun sonucunda şeker hastalığı (diyabet) oluşur. Şeker hastası olan insanlara dışarıdan iğne ile insülin hormonu verilir (insülin iğnesi yapılır).İnsülin hormonu fazla salgılanırsa, kandaki glikoz (şeker) hızlı ve fazla bir şekilde hücrelere geçer. Bunun sonucunda sinirsel bozukluklar ve bazen ölüm ortaya çıkar.
Glukagon Hormonu :Kandaki glikoz (şeker) miktarının artmasını sağlayan hormondur. Kandaki glikoz (şeker) miktarı düşerse, karaciğer ve kaslarda depolanan glikojenin glikoza dönüşüp kana geçmesini sağlar.

Eşeysel Bezler (Testisler ve Yumurtalıklar) :

Erkeklerde testisler (er bezleri), dişilerde yumurtalıklar (ovaryum) eşeysel bezlerdir. Eşeysel bezler hem iç hem de dış salgı üreten karma bezlerdir. Eşeysel bezler, üreme hücresi ürettiği için dış salgı bezi olarak, hormon üretip kana verdiği için de iç salgı bezi olarak görev yaparlar.
Testisler ve Görevleri :
1- Sperm hücrelerini üretirler.
2- Androjen (testosteron) hormonunu üretirler. Bu hormon erkeklik hormonudur ve sesin kalınlaşmasını, erkeklerin kendine özgü vücut özelliklerinin belirlenmesini, sakal ve bıyık çıkmasını ve sperm hücrelerinin belli bir yaştan sonra üretilmesini sağlar.

Yumurtalıklar ve Görevleri

1- Yumurta hücrelerini üretirler.
2- Östrojen ve progesteron hormonlarını üretirler. Bu hormonlar dişilik hormonlarıdır ve sesin incelmesini, dişilerin kendine özgü vücut özelliklerinin belirlenmesini, (sakal ve bıyık çıkmamasını) ve yumurta hücrelerinin belli bir yaştan sonra olgunlaşmasını (yumurta kanallarına verilmesini) sağlar.
NOT :
1- İç salgı bezleri hipotalamusun (beynin bölümünün), hipofiz bezinin denetiminde çalışır.
2- Şeker hastaları fazla yemek yer ve çok su içerler.
3- Hipofiz bezinin salgıladığı anti di üretik hormonu idrarın düzenli oluşmasını sağlar. Az salgılanırsa fazla idrar oluşur.
4- Bazı hormonlar ve görevleri :• FSH (FUH) (Folikül Uyarıcı Hormon) :Yumurtalıkta yumurta üretilmesini sağlar.• LH (Lüteinleştirici Hormon) :Yumurtalıkta östrojen ve progesteron üretilmesini sağlar.• LTH (LUH) (Lüteotropik Hormon) :Süt salgısının üretilmesini sağlar.• FSH (FUH) (Folikül Uyarıcı Hormon) :Testislerdeki seminifer tüpçüklerinin gelişmesini ve sperm üretilmesini sağlar.• LH (Lüteinleştirici Hormon) :Testislerde androjen (testosteron) üretilmesini sağlar.• ACTH (Böbrek Üstü Bezlerini Uyarıcı Hormon) :Böbrek üstü bezlerinin adrenalin, nörodrenalin, kortizon, aldesteron üretmesini sağlar.• TUH (Tiroit Uyarıcı Hormon) :Tiroksin bezinin tiroksin üretmesini sağlar.• STH (SUH) (Büyüme Hormonu) :Büyümenin gerçekleşmesini sağlar.

Sinir Sistemi :

Çevreden gelen uyarıları alan, bu uyarıları beyine (merkezi sinir sistemine) ileten, beynin (gelen uyarılara) verdiği cevabı ilgili organa ya da kaslara taşıyan, akıl, zeka, düşünme, öğrenme-, konuşma, hafıza gibi istemli hareketleri gerçekleştiren, vücudun düzenli çalışmasını ve bütünlüğünü sağlayan sisteme sinir sistemi denir.Sinir sistemi nöron denilen sinir hücrelerinden oluşur. Sinir hücrelerinin birleşerek oluşturduğu ve vücudu bir ağ gibi saran yapıya sinir denir.Sinir sistemi yapı ve görevlerine göre merkezi sinir sistemi ve çevresel sinir sistemi olmak üzere iki bölümde incelenir.

Sinir Hücresi (Nöron) ve Yapısı :

Vücudun en fazla özelleşmiş ve farklılaşmış hücrelerine nöron denir. Nöronlar, sinir sisteminin temel görev ve yapı birimidir. Hem merkezi hem de çevresel sinir sistemi nöronlardan oluşmuştur.Nöronları birbirine bağlanarak sinirleri, vücuttaki sinirlerin tamamı da sinir sistemini oluşturur.Nöronlar, çevreden gelen uyarıları almak ve bu uyarıları taşımakla görevlidir. Nöronlar belli bir yaştan sonra bölünme özelliğini kaybederler.Nöronlar; hücre gövdesi, dendrit ve akson olarak üç kısımdan oluşurlar
.1- Hücre Gövdesi :Nöronun çekirdek, sitoplazma ve organellerinin bulunduğu kısımdır.
2- Dendrit :Nöronun hücre gövdesinden çıkan kısa uzantılardır. Tek ya da çok sayıda olabilirler. Dendritler, çevreden veya bir başka nörondan gelen uyarıları (uyartıları) alarak hücre gövdesine iletirler.
3- Akson :Nöronun hücre gövdesinden çıkan tek ve uzun kısımdır. Dendritler tarafından alınarak hücre gövdesine iletilen uyartıları alarak (elektriksel yük değişimi sayesinde) bir başka nöronun dendiritine taşırlar.Aksonların dış yüzeyinde bulunan ve yağ dokudan yapılan koruyucu kılıfa miyelin kılıf denir. Miyelin kılıf, uyartıların akson boyunca daha hızlı iletilmesini sağlar.• Miyelinli aksonlarda uyartılar 120 m/sn’lik hızla iletilirler.• Miyelinsiz aksonlarda uyartılar 12 m/sn’lik hızla iletilirler.Sinaps :Bir nöronun akson ucu ile diğer nöronun dendritinin birbirine bağlandığı yere sinaps denir. (Nöronların birbirine bağlandığı yere sinaps denir). Bir nörondaki uyartı diğer nörona sinaps bölgesinden salgılanan sinir hormonları sayesinde geçer (iletilir).

Çevresel Sinir Sistemi :

Çevreden gelen uyarıları alan, bu uyarıları merkezi sinir sistemine (beyine ve omuriliğe) ileten, merkezi sinir sisteminin gelen uyarılara verdiği cevabı kaslara ya da organlara ileten, vücuttaki organlar ve kaslar ile merkezi sinir sistemi arasındaki iletimi (bağlantıyı) sağlayan sisteme çevresel sinir sistemi denir.Çevresel sinir sistemi, nöronların birbirine bağlanmasıyla oluşan ve vücudu bir ağ gibi saran sinirlerden oluşur.
Sinirler görevlerine göre duyu sinirleri, hareket (motor) sinirleri ve bağlantı (ara) sinirleri olarak üç çeşittir.
1- Duyu Sinirleri :Çevreden veya iç organlardan gelen uyarıları alarak bu uyarıları merkezi sinir sistemine (beyine veya omuriliğe) ileten (duyu organlarından veya iç organlardan çıkan) sinirlere duyu sinirleri denir.
2- Bağlantı (Ara) Sinirleri :Merkezi sinir sisteminde (beyinde veya omurilikte) gelen uyarıları değerlendiren, bu uyarılara cevap veren, duyu ve hareke sinirleri arasındaki bağlantıyı sağlayan sinirlere bağlantı (ara) sinirleri denir.
3- Hareket (Motor) Sinirleri :Merkezi sinir sisteminin gelen uyarılara verdiği cevabı kaslara ya da organlara (duyu organı veya iç organ) taşıyan (ileten) sinirlere hareket (motor) sinirleri denir.

Çevresel Sinir Sisteminin Çalışması :

Canlıyı etkileyen, çevreden veya iç organlardan veya kaslardan gelen iç ve dış değişmelere (etkilere = değişikliklere) uyarı denir. Uyarıların sinir hücrelerinde oluşturduğu değişmelere uyartı veya impuls denir.Çevreden, iç organlardan ya da kaslardan gelen uyarılar, duyu organlarında, iç organlarda veya kaslarda bulunan nöronların dendritleri ile alınarak hücre gövdesine iletilir. Uyartılar hücre gövdesinden aksonlara geçerek akson boyunca elektriksel ve kimyasal değişikler sayesinde taşınarak akson ucuna iletilir. Akson ucundaki uyartılar akson ucundan salgılanan sinir hormonları sayesinde sinaps bölgesinde diğer nöronun dendritine geçer. Uyartılar bu şekilde bir nörondan diğerine aktarılarak (duyu) sinirler sayesinde merkezi sinir sistemine taşınır. Merkezi sinir sistemine gelen uyartılar burada (bağlantı – ara nöronları tarafından) değerlendirilir ve verilen cevap (hareket – motor nöronları tarafından) aynı yolla ilgili organa iletilir.

Merkezi Sinir Sistemi :

Canlı vücudunu yöneten, organların ve sistemlerin düzenli çalışmasını sağlayan, çevreden, iç organlardan veya kaslardan gelen uyartılara cevap veren, akıl, zeka, düşünme, öğrenme, konuşma, yazma, hafıza, yürüme gibi istemli hareketlerin gerçekleşmesini sağlayan sisteme merkezi sinir sistemi denir. Merkezi sinir sistemi milyonlarca nörondan oluşur.Merkezi sinir sistemi beyin, beyincik, omurilik ve omurilik soğanı olmak üzere dört kısımdan oluşur.

Beyin

Kafatası kemikleri arasında bulunan, iki yarım küreden (sağ ve sol lob) oluşan, dış yüzeyi girintili çıkıntılı olan, dış yüzeyinde koruyucu bir zar bulunan ve milyonlarca nörondan oluşan organa beyin denir.
Beynin Görevleri :
1- Düşünülerek yapılan istemli hareketleri gerçekleştirir. (Akıl, zeka, düşünme, öğrenme, hafıza, hayal kurma, değerlendirme, yazma, okuma, konuşma, müzik aleti çalmayı öğrenme).
2- Beş duyu organından (göz, kulak, burun, dil, deri) gelen uyartıları değerlendirir ve beş duyu organının merkezleri (görme, işitme, koku alma, tat alma, hissetme merkezleri) buradadır.
3- Vücudu yönetir ve kontrol eder.4- Vücudun hareket etmesini sağlar. (Vücudun hareket etmesi için kaslara emir verir).

Beyincik :

Beynin arka ve alt kısmında, beyin ile omurilik soğanı arasında bulunan, iki yarım küreden oluşan, dış yüzeyi kıvrımlı ve koruyucu bir zarla örtülü olan, küçük beyinde denilen organa beyincik denir.
Beyinciğin Görevleri :
1- Kulaktaki yarım daire kanalları ile birlikte vücudun dengesini sağlar.
2- Vücuttaki kasların dengeli ve düzenli (uyumlu) çalışmasını sağlar

Omurilik Soğanı :

Beynin arka ve alt kısmında, beyin ile omurilik arasında bulunan (soğana benzeyen), dış yüzeyi düz ve koruyucu bir zarla örtülü olan organa omurilik soğanı denir.Omurilik Soğanının Görevleri :
1- Beyin ve omurilik arasında uyartıların geçişini sağlar.
2- İstek dışı çalışan iç organların (kalp, böbrek, mide, bağırsaklar, karaciğer) çalışmasını sağlar.
3- İstek dışı gerçekleşen soluma, yutma, kalp atışı, kasılma, gevşeme, hapşırma gibi faaliyetleri denetler ve kontrol eder.
4- İstek dışı çalışan sistemleri (solunum, dolaşım, boşaltım, sindirim) çalışmasını denetler ve kontrol eder.

Omurilik :

Sırttaki omurganın içinde bulunan omurilik kanalında yer alan sinirler topluluğuna omurilik denir. Vücuttaki organlardan beyine, beyinden de organlara giden sinirler omurilikten geçer ve bu sinirler omurilikte çaprazlanır. Vücudun sağ tarafından gelen sinirler beynin sol yarım küresine, vücudun sol tarafından gelen sinirler de beynin sağ yarım küresine gider.
Omuriliğin Görevleri :
1- Düşünülmeden ani olarak yapılan hareketlerin yani reflekslerin gerçekleşmesini ve reflekslere tepki verilmesini sağlar.
2- Beyin ile organlar arasındaki sinirlerin geçişini (ve çaprazlanmasını) sağlar.
3- Beyin ile birlikte alışkanlık hareketlerinin yani kazanılmış reflekslerin gerçekleşmesini ve denetlenmesini sağlar. (Koşma, bisiklete binme, araba kullanma, yüzme, örgü örme, dans etme, konuşma, bakmadan yazı yazma).
NOT :
1- Canlıyı etkileyen, çevreden veya iç organlardan gelen değişmelere uyarı denir.
2- Uyarıların sinir hücrelerinde oluşturduğu değişmelere uyartı denir.
3- Nöronlar belirli bir yaştan sonra bölünme yeteneğini kaybederler.
4- Uyartılar nöronlarda elektriksel ve kimyasal değişikliklerle taşınır.
5- Sinaps bölgesinde bir nörondaki uyartı, diğer nörona sinir hormonları sayesinde aktarılır.
6- Miyelin kılıf, aksonların etrafında bulunan ve yağ dokudan oluşan koruyucu kılıftır. Miyelinli aksonlar (120 m/sn), miyelinsiz aksonlara (12 m/sn) göre uyartıları 10 kat daha hızlı iletirler.
7- Vücutta yaklaşık 100 milyon nöron vardır.
8- Beyin hücreleri, vücuda alınan oksijenin %25’ini harcarlar.
9- Beynin dış yüzeyinin kıvrımlı olmasının nedeni, daha çok nöronun yerleşmesini ve bu sayede daha karmaşık görevlerin daha kolay gerçekleşmesini sağlamaktır.
10- Beyni çıkarılan bir insanın organları çalışır ve yaşamsal faaliyetleri devam ettiği için bu insan yaşayabilir. Fakat duyu organları çalışmaz, hareket edemez ve bitkisel hayata girmiş olur. (İç organların çalışmasını beyin kontrol etmez).
11- Beyinciği çıkarılan insan (veya kuş) yaşayabilir. Fakat kasları düzenli çalışmaz ve rasgele hareket eder. (Kuşta yalpalayarak uçar).
12- Vücudun sol tarafını sağ beyin, sağ tarafını da sol beyin yönetir.
13- Konuşma, yazma, koşma, yürüme, dans etme, bisiklete binme, yüzme, örgü örme, araba kullanma, futbol oynama gibi harekelere alışkanlık denir. Sonradan kazanılan bu alışkanlıklara kazanılmış refleks de denir.Alışkanlıklar önce beyin sayesinde öğrenilir ve öğrenilinceye kadar beynin kontrolünde yapılır. Alışkanlıklar öğrenildikten sonra omurilik tarafından kontrol edilir ve denetlenir.
14- Refleks anında vücudun zarar görmesini önlemek için (yoldan kazanç sağlamak için) hareket emrini omurilik verir.
15- Beyinciğin iç bölümünü ak madde, dış bölümünü boz madde oluşturur. Boz madde, ak maddenin içinde girinti çıkıntı yapar ve bu nedenle beyincik ağaç görünümündedir. Bu nedenle beyinciğe yaşam ağacı da denir.
16- Çevreden gelen uyarıları alan organa duyu organı denir.

Sinir Sisteminin Sağlığı ve Korunması :

1- Sinir sistemi organları çarpma ve vurmaya karşı korunmalı, zarar görmemelidir. (Çünkü zedelenen nöronlar veya sinirler belli bir yaştan sonra yenilenemezler).
2- Alkol, sigara ve uyuşturucu kullanılmamalıdır. (Sinir sisteminin çalışma düzeni bozulur).
3- Gürültülü ve gerilimli ortamlarda bulunulmamalıdır.
4- Dengeli beslenilmeli ve düzenli uyunmalıdır.
5- Ağır yük kaldırılmamalıdır. (Omurilik için).6- Düzenli olarak spor yapılmalıdır.

Sinir Sisteminde görülen Hastalıklar

1- Felç :Beyindeki kan akışının azalması sonucu sinirlerin ve kasların çalışmasının engellenmesi, hareket sinirlerinin zedelenmesidir.
2- Sara :Beyindeki sinir hücrelerinin ani ve geçici olarak görev yapamaması sonucu geçici bilinç kaybıyla nöbetlerin ortaya çıkmasıdır.
3- Parkinson :Beyindeki uyarırlı alan sinir hücrelerinin görevini yapamaması sonucu ellerin birinin istem dışı hareket etmesi ve bilinç kaybının ortaya çıkmasıdır.
4- Menenjit :Beyin veya omuriliği örten zarların (uzun süren grip ve nezle sonucu) bakteri, virüs ya da mantar bulaşması sonucu iltihaplanmasıdır. Ölüme yol açabilir.
5- Kuduz :Kuduz hastalığı hayvanlardan insanlara geçen ve merkezi sinir sistemini etkileyen virüslere bağlı bir hastalıktır. Hastalığa etken olan virüs insanlara genellikle hayvanın ısırması sonucu gelişir.Kuduz virüsü merkezi sinir sistemine vardığında hızla yayılarak hastalığı oluşturur. Eğer iyi tedavi edilmezse kısa süre sonra ölüme neden olabilir. İlk 2 – 10 gün boğaz ağrısı, halsizlik, sinirlilik, depresyon, ateş ya da kusma, kesin belirtiler ise ısırma yerinde kaşınma, ağrı ya da karıncalanma hissedilmesi şeklinde ortaya çıkar. Daha sonraki dönemlerde hastaların %80’inde saldırganlık, %20’inde kasılmalar, garip davranışlar, ense sertliği, boğaz ağrısı, ses kısıklığı (hidrofobi denilen) su korkusu görülür.
6- Çocuk Felci :Omurilikteki kasların kasılmasını başlatan sinir hücrelerine zarar veren bir virüsün yol açtığı bulaşıcı hastalıktır. Çocuk felcinde, 40°C’yi bulan yüksek ateş, şiddetli baş ağrıları, bulantılar ve sırt ağrıları görülür. Virüs, hastaların çıkardığı dışkı yoluyla yayılır. Ağız yolundan verilen aşı ile tedavi edilebilir.

24 Nisan 2008 Perşembe

ÜNİVERSİTELERİN GELİŞİMİ







Dünyada modern üniversite anlayışı:



Bugün çağdaş üniversite kavramının Fransız İhtilali’nin ve Napolyon savaşlarının etkisi ile şekillenen Almanya'nın bir ürünü olduğu en çok kabul gören fikirdir (Timur,2000;69).
Almanya 19.y.y. başlarında Avrupa'nın en az gelişmiş ülkelerinden biri olmasına rağmen modern üniversite anlayışına sahip olabilmesini, eğitim kurumlarının özgür bir yönetim anlayışına sahip olması ile açıklanabilir .



Üniversitelerin Küreselleşmesi:



Fransız ve Alman üniversite modelleri 19.y.y. sonlarında tüm Avrupa'ya, İngiliz modelinin ise sömürgecilik yolu ile kuzey Amerika'ya yayıldığı görülmektedir.
Katolik ülkelerde Fransız modeli, Protestan ülkelerde ise Alman modeli örnek alınmıştır.
Amerika da ise yeni bir toplumsal düzen ortaya çıkarmaya çalışan anlayış, üniversite eğitiminde de ön plana çıkmış; Almanya'daki felsefi akımların etkili olduğu üniversite anlayışına karşılık Amerika'da ılımlı Hıristiyanlık anlayışı etkindir (Timur 2000;77-78-79).



DARÜLFÜNUN



Türkiye'de kimi çevreler medreseleri Osmanlıdaki ilk üniversiteler olarak kabul etmektedir.
Oysa medrese eğitimi devam ederken Darülfünun’un açılmış olması bu konunun belirtildiği gibi, olmadığının bir göstergesi kabul edilebilir.
Ayrıca medrese-Darülfünun çekişmesine bakıldığı zaman da aynı sonuca ulaşılabilinir (Hatipoğlu 2000;15).


19. yüzyılda Avrupa ile artan ticari ilişkiler geleneksel eğitim yapısının ihtiyaca cevap verememesine; bu durum da yeni bir eğitim anlayışı ile farklı donanımlı insanlara ihtiyaç ortaya çıkmıştır. Bu da yeni bir ulum ve fünun ortaya çıkarmıştır (Taner 2000;82).

19.y.y.ın ilk yarısında gayrimüslimlerle komşu olarak yaşayan bir grup varlıklı Bektaşi bilgini, batı ile din dışı konularda uyuşmanın mümkün olacağını düşünmüş; 1820’de “Beşiktaş Cemiyet-i İlmiyesi” adı ile bir dernek kurarak öğrencilerine felsefe, biyoloji ve matematik gibi konularda dersler vermişlerdir.
1861 yılında resmi olarak “Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye” adında bir başka bilimsel örgütlenme oluşturulmuştur ( Hatipoğlu 2000;17).

Osmanlı özellikle yeni kurulan ordunun ihtiyaçlarını gidermek üzere modern anlamda ilk yükseköğretim kurumlarını oluşturma çalışmalarına başlamış
Maarif işlerinin düzene konabilmesi için 1845’de bir “Muvakkat Maarif Meclisi” oluşturularak ilk Darülfünun fikri ortaya atılmıştır.
oDarülfünun, 19.y.y.da Avrupa'daki yüksek öğretim kurumu olan üniversitelerden etkilenilerek oluşturulmuş eğitim kurumudur.


Darülfünun’un kuruluş amaçları
Yaşadığı devri anlayıp yorum getirebilecek nesiller yetiştirme ancak ilim ve fen öğretimi ile gerçekleştiribilecektir, burada yetiştirilenlerin gerektiğinde devlet kademesinde görev alabileceği de amaçların arasına dahil edilmiştir (Arslan 1995;23-24).

İlk Darülfünun’u Kurma Teşebbüsü


1846 yılında Geçici Maarif Meclisi, bir Darülfünun kurma çalışmalarını başlattı.1865 yılındaki bina bitirilişine kadar Sadrazam Keçecizade Fuat Paşa’nın kabul etmesi ile dersler halka konferans şeklinde verilmeye başlamıştır.
Bu konferans tarzındaki dersler iki yıl devam etmiş başarılı olanlara sertifika (şehadetname) verilmiştir.
1865 yılındaki bir yangın Avrupa’dan getirilen ders araçları ile kitaplarının yanmasına sebep olmuştur (Arslan 1995; 27-28).

Darülfünun-u Osmani:


20 Şubat 1870’de “Darülfünun-ı Osmani” adı ile yükseköğretim kurumu yeniden açılmış (Arslan 1995;34), Cemalettin Afgani’nin açılışta söylediği –güya- “peygamberlik sanatlardan bir sanattır” sözü, medresenin bu yeni eğitim kurumuna yönelik dini propaganda yapması için bir neden oluşturmuş, bu yüzden eğitim iki yıl ancak devam edebilmiştir ( Hatipoğlu 2000; 24).

Darülfünun-u Sultani:


Mekteb-i Sultani’nin ileri sınıflarda Mecelle-i Ahkamı Adliye ile Roma Hukuku derslerinin tahsiline Maarif nazırı Saffet Paşanın emri ile başlanmış, böylece hem Hukuk Fakültesinin tohumları atılırken hem de Darülfünun’unun yeniden kurulma çalışmaları başlatılmıştır.
Darülfünun-u Sultani kendinden öncekilerden farklı olarak bir meslek ihtisaslaşmasına gitmiştir. İlmi bir tez hazırlayanlardan hukukçuların Adliye Nezaretinde, mühendislerin Nafia Nezaretinde istihdam edilmelerine karar verilmiş, tez hazırlamayanlara dava vekilliği, kondüktörlük, edebiyat mektebinden mezun olanlara ise öğretmenlik hakkı verilmiştir (İhsanoğlu 1999 326).

Darülfünun-u Şahane:


XX.y.y.a kadar bir külliye dahilinde, birkaç bölümden oluşan Darülfünun kurma çabaları başarısızlıkla neticelenirken II. Abdülhamit döneminde kuruluşu hızlanan orta ve yükseköğretim kurumlarının yaygınlaşması sonucunda
Edebiyat ve Hikmet şubesi,
Ulumu Riyaziye ve Tabiiye şubesi ve
Ulumu Aliye Diniye şubesinden oluşan üç fakülteli Darülfünun-u Şahane kurulmuştur (İhsanoğlu 1999, 328).
Tıp ve hukuk mektepleri yükseköğretim kurumu olarak kabul edilmesine rağmen Darülfünun yönetimine dahil edilmemiştir (Arslan 1995; 50)
Darülfünunu Şahane’nin kurulmasında Müslüman Türklerin Avrupa'ya ve ecnebi memleketlere gitmesini engellemek amacı olduğu da ileri sürülmüştür. Özellikle Abdülhamit yönetimine karşı oluşturulmaya başlanan batıyı taklit süreci mecburi bir değişimi de beraberinde getirmiştir (Turhan 1987 187-188).
Artık rüştiye ve idadi sayısı bir yükseköğretim kurumu açabilecek ölçüde artmıştı. Darülfünunu Şahane 1 Eylül 1900’de resmen açılmıştır (Arslan 1995;50)
Darülfünunlar başlangıçta bir üniversite anlayışından çok bir yüksekokul anlayışına sahip eğitim kurumları iken, II. Meşrutiyetin ilanından sonra fakülte haline konan Tıbbiye ve Hukuk Mekteplerinin de katılması ile bir “üniversite” niteliğine bürünmüştür (Timur 2000;207).
1912 senesinde yeni bir ıslahat programı uygulanmış, Eczacı ve Dişçi Mektepleri Tıp Fakültesine bağlanırken, Şam’daki “Şam Mekteb-i Tıbbiyesi” de İstanbul Darülfünun’una bağlanmıştır. (İhsanoğlu 1999;328).
1915 yılında Darülfünun bir “İnas Darülfünun’u şekline dönmüş, Darülfünun içerisinde konferans salonunda Edebiyat, Riyaziyat ve Tabiiyat alanlarında kız öğrencilere eğitim vermeye başlamıştır.
Mütareke döneminde kız öğrenciler erkeklerle aynı sınıflarda eğitim görmeye başlamıştır.

Medrese Darülfünun Çekişmesi


Abdülhamit devrinde birtakım aydınlar gerçek eğitim reformunun medreselerle başlaması gerektiğini düşünürken (Yusuf Akçura, Satı Bey,Muallim Cevdet v.b.),
Ziya Gökalp medreseleri Araplaşmanın, darülfünunları ise Avrupalılaşmanın vasıtaları olarak görmekte ve her ikisini de reddetmekteydi.

Mütareke ve İşgal Döneminde Darülfünun


Tarihimizde üniversitelere ilk kez özerklik tanıyan ve bunu hukuki temele oturtan girişim 21 ekim 1919 tarihli Nizamnamedir (Timur 2000 ;224).
Bu tüzük; seçimli, katılımlı, tüzel kişilikli ve özerk bir üniversite anlayışını ortaya çıkarmıştır (Hatipoğlu 2000;64).
1919’un önemli bir yeniliği de Emin (rektör), Reis (dekan), muallim (profesör) terimlerinin kullanılmasıdır (Hatipoğlu 75)

Darülfünun İstanbul’un ve boğazların tarafsız kalması isteklerine karşı çıkmış ve bir muhtıra yayınlamıştır. İzmir'in Yunanlılar tarafından işgalini de bir gösteri ile protesto etmişlerdir.
Bu faaliyetlerine rağmen Darülfünunun içerisinde Kurtuluş Savaşı’na karşı olan önemli bir kesim de vardır.
Darülfünun öğrencileri Türkiye'nin ilk üniversite boykotu diyebileceğimiz eylemlerini 1922 yılında, Büyük Taarruzun arifesinde gerçekleştirmişler Ankara'nın destek verdiği bu eylem sonrası milli mücadeleye taraf olmayan hocalar görevlerinden uzaklaştırılmışlardır (Timur 2000 ;226).

İstanbul Darülfünunu:


Darülfünun-u Osmani 1924 yılında çıkarılan 493 sayılı yasa ile İstanbul Darülfünun’u adını almıştır.
Tıp, Hukuk, Edebiyat ve Fen Fakülteleri açılmış, Tevhid-i Tedrisat kanunun aynı yıl kabul edilmesi ve medreselerin kapatılması üzerine bir İlahiyat Fakültesi de Darülfünun bünyesinde açılmıştır
İstenilen sonucu vermeyen bu kurum, İsviçreli uzman Albert Malche nin teklifi ile Eğitim Bakanı Reşit Galip tarafondan 1933 yılında lağvedilmiştir (Korkut 1983;315-316).

Darülfünun’a Yöneltilen Tenkitler


1931 seçimlerinde Darülfünun’un faaliyet göstermemesi,
Yaşlı hocaların gelişmeyi engelleyici görülmesi
Güzellik yarışmasına karşı çıkan hocaların cahil olarak değerlendirilmesi
Özerk vasfının gelişmeye engel teşkil etmesi (Arslan 1995).

Cumhuriyet dönemi eğitim gelişmelerini; 1946’ya kadar olan dönem ve 1946 sonrası dönem olarak kategorize edebiliriz (Korkut 1983;315).
1933 yılında çıkarılan 2252 sayılı yasa ile Darülfünun Kurumu kaldırılarak yerine “Üniversite” kuruldu. 1 Ağustos 1933’te bu düzenleme ışığında İstanbul Üniversitesi açıldı.
Ayrıca gelecekte Ankara Üniversitesi’nin çekirdeğini oluşturacak olan Yüksek Ziraat Enstitüsü kurulmasına da aynı yıl karar verilmiştir (Ataünal 1998;19).

Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 1935 tarihinde yasa ile kurulan ilk üniversite fakültesi olmaktadır.
Bakanlık ve Malche, Ankara'da üniversitenin yeni kadrosu üzerinde tartışırlarken, Nazi Almanya’sından kaçan Yahudi ve anti-nazi öğretim üyelerini başka ülkelere yerleştirmek için Zürih'te kurulan "Notgemeinschaft deutscher Wissenschaftler im Ausland" adlı örgüt de, Türkiye'de yeni kurulacak Üniversiteye adamlarını yerleştirmek için Philip Schwartz'ı Türkiye'ye gönderiyordu.

Yeni kurulan üniversitenin bilimsel özerkliği hemen tanınmış, ama idarî özerkliği konusunda başlangıçta bir karar verilememiştir.
Yeni üniversite Tıp, Hukuk Fen ve Edebiyat Fakülteleriyle sekiz Enstitüden meydana geliyordu. Milliyetçilik ve devrimcilik esaslarına göre öğretim yapacak üniversite, Türk devrim ideolojisini işleyip geliştirecekti. Bunun için "Türk İnkılâbı Enstitüsü" kurulmuştu.

Başlangıçta profesör yardımcılarına "doçent" denilmiş, 1933 sonlarında ise üniversite öğretim üyelerine "Ordinaryüs", "Profesör" ve "doçent" denmesi,
Eminliğe "rektörlük",
Fakülte reisliğine de "Dekanlık" denmesi kararlaştırılmış ve resmi yazışmalarda kullanılmıştır

1933 reformunun özellikle özerkliğe son vermesi en çok eleştirilen konulardan biri olmuştur. İsmail Hakkı Baltacıoğlu bu durumu “Meşrutiyetin verdiği muhtariyeti Cumhuriyet geri alamaz” şeklinde protesto etmiştir.
Malche’ın “hükümete bağımlı olması gereken bir kurumun kendini idare hakkının da doğal olarak bulunamayacağı” yönündeki fikri doğrultusunda bir reform planı yapılmıştır (Timur 2000; 233-234).

Doğuda Üniversite Kurma Projesi:


Doğunun yüksek kültür merkezlerinin oluşumu sağlamak,
komşu devletlerle bilim ve düşünce hareketleriyle bir bağlantı kurmak,
hem de güney ve doğuya bu merkezden kültür, bilim ve Türk İnkılâbı yaymak amacı ile bu kent Türk kültür politikasının doğudaki üssü olacaktı. Çalışmaların bir ön hazırlığı olarak Van Ortaokulu liseye çevrildi. Erciş'te bir Köy Enstitüsü kuruldu, çevre illerde Sanat Enstitüleri açıldı. Ama İkinci Dünya Savaşı, bu yöndeki çalışmaları durdurdu

1946 Üniversite Reformu


Ankara Fen Fakültesi (1943),
İstanbul Teknik Üniversitesi (1944), 1773’de kurulan Mühendishane-i Berr-i Hümayun’da açılan Mülkiye Mühendis Şubesi, önce Hendese-i Mülkiye, sonra da Mühendis Mektebi ve Yüksek Mühendis Mektebi isimlerini alarak değişikliklere uğramıştır.
Ankara Tıp Fakültesi (1945) kurulmuş, 13 Haziran 1946 ‘da Üniversiteler Kanunu olarak 4936 sayılı kanun çıkarılmıştır.
Yasa öğretim kadar araştırmaya önem veren maddeleri ile üniversite programlarını klasik ve ansiklopedik bilgi yığını olmaktan çıkarmakta, iç denetim mekanizmasını işletmektedir.
Bu reform hareketinin en önemli sonucu Ankara Üniversitesi’nin kurulmasıdır (Çıkar 1997;113-115).
Bu kanun bütün üniversiteleri tek bir çatı altında toplamıştır. Milli Eğitim Bakanlığı üniversitelerin başı olmakla birlikte bir üniversitelerarası kurulun kurulması da kararlaştırılmıştır. (Korkut 1983; 322).
Anayasaya ilk defa üniversite ile ilgili bir madde 1961 anayasası ile konulmuştur (Madde 120)

1973 Üniversite Reformu


Üniversitelerin özerkliği üniversiteler üzerindeki denetimin yapılmasını zorlaştırmış,70’li yıllarda üniversiteler ülkenin kronik bir sorunu haline gelmişlerdir. Çok partili demokrasi ile birlikte Amerikan taşra üniversite modelleri üniversitelerin oluşumuna örnek teşkil etmişlerdir.1957de açılan Atatürk Üniversitesi ile 1959 da açılan O.D.T.Ü.bu modellere bir örnektir (Ataünal 1998;49).
1973 reformu da 1946 gibi bilim ve araştırma eylemini ön plana çıkarmıştır (Korkut 1983;197).
1973 yılındaki kanun Akademi-Üniversite eşitliğini de kabul etmiş (Oğuz 1983;343),
Bu dönemde rotasyon usulü ile öğretim üyesi değişimi gerçekleştirilmiş,
Üniversiteye giriş Üniversitelerarası Kurul tarafından düzenlenmiştir. (Ataünal 1998;59)
Üniversite öğretim üyelerine tam gün çalışma zorunluluğu getirilmiş
Eğitim, lisans ve lisansüstü olarak ikiye ayrılmış

1981 Reformu


1973’de kurulması düşünülen Yüksek Öğretim Kurulu (Y.Ö.K.) Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmişken (Hatipoğlu 271), 1981 de yeni bir düzenleme ile üniversite çevrelerinin eleştirilerine rağmen yeniden oluşturulmuştur (Korkut 334).
1981 yılında çıkarılan 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun ardından, 1982 yılında yürürlüğe konulan 41 sayılı kanun hükmünde kararname ile, fakülte-akademi ve yüksekokulları aynı çatı altında birleştirme düzenlemesi yapılarak, 28 üniversite kurulmuş ve ayrıca, özel üniversite statüsünde bir de vakıf üniversitesi hizmete sokulmuştur.
rektörlerin ve dekanların atanması,
akademik yapının bölümlere göre düzenlenmesi,
enstitüler,
“yardımcı doçentlik” unvan kademesi,
asistanlığın “araştırma görevliliği”ne dönüştürülmesi,
doçentlik tezinin kaldırılması ve profesörlüğe terfi için uluslar arası düzeyde yayın yapmış olan ve bu yayınlara başkalarınca yapılmış atıfların bulunması
araştırma fonlarının kurulması,
vakıf üniversitelerinin kurulması gibi, yenilikler YÖK’ün getirdiği değişikliklerdir.
Cumhuriyet'in ilk yılı olan 1923 ile 1971 arasında üniversite sayısı 9'a çıkarken, 1973-1981 arasında 19'a ulaştı. 1981'e gelindiğinde, 5 ayrı türde toplam 166 yükseköğretim kurumu bulunuyordu. 1981'de kabul edilen 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile üniversiteler, ‘YÖK çatısı’ altına alındı

Böylece, 1923-1924 eğitim-öğretim yılından 1998-1999
eğitim-öğretim yılına kadar geçen 75 yıllık Cumhuriyet döneminde:
•Yükseköğretim kurumu sayısı 1’den 72’ye,
•Öğrenci sayısı 2.914’den 1.374.457’ye ,
•Yıllık mezun sayısı 321’den 188.037’ye,
•Öğretim elemanı sayısı 307’den 59.170’e
Üniversite sayısı YÖK ile birlikte önce 1982'de 27'ye çıktı. Ardından 1992'de 23 yeni devlet üniversitesi daha kuruldu. Anadolu Üniversitesi, bir yasayla ikiye bölündü. Günümüzde, vakıf üniversiteleriyle birlikte sayısı 82'ye ulaştı .
Şu anda 100 üniversitemiz bulunmaktadır.

Kaynakça
Timur, Taner,”Toplumsal Değişme ve Üniversiteler”,İmge kitapevi yay.,Ankara 2000 Ali,”Darülfünun’dan Üniversiteye”,Kitabevi yay.,İstanbul 1995
Ataünal, Aydoğan,”Türkiye’de Yükseköğretim”,M.E.B.Yükseköğretim Gn.Md., Ankara 1998
Korkut, Hüseyin,“Üniversiteler”,Cumhuriyet Döneminde Eğitim,M.E.B. Bilim ve Kültür Eserleri Dizisi,İstanbul 1983
Oğuz, Orhan,”Akademiler”, Cumhuriyet Döneminde Eğitim,M.E.B. Bilim ve Kültür Eserleri Dizisi,İstanbul 1983
Hatipoğlu, Tahir,”Türkiye Üniversite Tarihi”,Selvi yayınevi,Ankara 2000
Çıkar, Mustafa,”Hasan-Âli Yücel ve Türk Kültür Reformu”,Türkiye İş Bankası yay., Ankara 1997
Berkes, Niyazi,”Türkiye'de Çağdaşlaşma”,Doğu-Batı yay.,İstanbul 1978
Turhan, Mümtaz,”Kültür Değişmeleri”,Marmara Üni.İlahiyat Fak.yay.,İstanbul 1987
İhsanoğlu, Ekmeleddin,”Osmanlı Medeniyet Tarihi”,Feza yay.,İstanbul 1999